Wednesday, 26 December 2012


Prof. Sir Alister Hardy’nin önermesi nasıl bir aquatik yaşam sürdürüldüğünü tam olarak tanımlayamadığı için kabul görmemiştir. Penguen ve yunusların yaşam biçimlerine benzetilmesinden dolayı da yanlış tanımlanmıştır. Zaten yunuslar ya da penguenler gibi yüzerek ve dalarak beslenme sorununu çözseydi, hiç olmazsa el ve ayak parmakları arasında perde oluşması gerekirdi. Prof. Sir Alister Hardy yüzerken kafasını su dışında tuttuğu için kafasının kıllı, vücudunun çıplak olduğunu savunuyor.

Ben ise, öncülümüz primatın beslenme sorununu YÜZEREK ve DALARAK değil, sığ sularda YÜRÜYEREK çözdüğünü söylüyorum. Bu sığ sularda yürüyerek avlanma sırasında, kafasını su dışında tuttuğu için kafası kıllı, vücudu su içinde kaldığı için vücudu kılsızdır diyorum.

 Buna kanıt olarak:


1-Rift vadisinin ya göl ya da göl dibi sedimentleriyle kaplı olması (Morris, 2009), (Lewin, 1998) (Trauth et al. 2005)


2-Australopithecus afarensisin romatoid artrit olması. ( Johanson, Edey, 1980)

3-On üç bireyden oluşan Australopithecus afarensis ailesinin suda boğulmuş olabileceği savı. ( Johanson, Edey, 1980)

4-Gövdemizin kılsız, kafamızın (su dışında kaldığı için) kıllı olması (Morris, 2009)

Darwin İnsanın Türeyişi adlı eserinde Bay Belt adlı araştırmacının kıllarımızı parazitlerimizden kurtulmak için döktük tezine karşı, tropik ülkelerde yaşayan pek çok dört ayaklıdan hiçbiri aynı tepkiyi göstermemiştir diye karşı çıkmıştır. Ayrıca tropik bölgelerde vücut sıcaklığımızı ayarlamak için kıllarımızı döktük diye düşünsek de demiştir Darwin, kafamız sürekli güneşin ışınlarına açık olmasına rağmen kıllıdır, bu da bir paradokstur demiştir.(Darwin, 2002) Gövdenin suda kalması, kafanın da nefes alma zorunluluğundan dolayı su dışında tutulması gövdenin kılsız, kafanın kıllı olmasını açıklamaktadır.

5- Australopithcine fosillerinin çoğunluğunun eski kurumuş göl ya da nehir kenarlarında Hipopotamus ve Diatoms (sığ ve derin tatlı su canlıları) fosilleriyle birlikte bulunmuş olması. (11)

Ayrıca fosillerle birlikte aynı yaşlı sedimentlerin içinde ekvatoryal orman kalıntıları fosillerinin bulunması, öncülümüz primatın ekvatoryal ormanlarda yaşadığını göstermektedir. Bu orman kalıntısı fosillerinin volkanların yaktığı ya da volkan küllerinin kavurduğu 10 milyon yıl önce orada bulunan ekvator orman kalıntıları olduğu bilinmelidir. Fakat bu ormanlar Rift vadisinin oluşumu sırasında oluşan volkanlar ve volkan külleri nedeniyle ya yanmış ya da kavrulmuştur.


6-Bütün canlılar vücut sıcaklıklarını belirli aralıklarda tutmak üzere çözüm üretmişlerdir. Bu da genel olarak kıl ya da deri altı yağ dokusudur. Karadan denize geçmiş yunus ve balinaların kaybettikleri kıllar yerine deri altı yağ dokuları oluşturarak vücut sıcaklıklarını dengeledikleri bilinir. (Mayr, 2008) Bizim de deri altı yağ dokularımız bu suda geçirilmiş 4- 5 milyon yıllık dönemin sonucudur.

7-Tanzanya’da bulunan Laoteli ayak izleri yan yana yürüyen iki Australopithecus’ un ayak izleridir. (Leakey, 1988) Johanson bu ayak izlerinin, volkanın kül püskürtmesinden sonra oluşan kül tabakasının üzerine yağan yağmurun soğutup yumuşattığı, kül tabakası üstünde yürüyen iki Australopithecus’un ayak izleri olduğunu söyler. Ben ise bu izlerin çıkabilmesi için lavın taze ama soğumuş olması gerektiğini söylüyorum. Bu da ancak suda olur. Bu ayak izleri göle yeni dökülmüş bir volkanik materyal üzerindedir diye düşünülmelidir. (Kaynak O. 2007)


8-Au. Sediba fosillerinin bulunduğu yerin göl dibi mağarası olması savı. (Kaynak O. 2011b) Au. Sediba fosillerinin geçmişte su dolu bir yer altı mağarasında bulunması bu mağaraların göl dibi mağaraları olduğunu düşündürmelidir.


9-Au sediba’nın midyeci ve balıkçı elleri. (Kaynak O. 2011b)


10-Au. sediba’nın topuk kemiğinin narin, küçük (hatta Lucy’nin topuk kemiğinden bile küçük), primatımsı olması. Prof. Lee Berger ekibi Au. sediba’nın ayağını anlatan makalesinde topuk kemiğine maymunsu (ape-like); Lee Berger ise bir röportajında şempanze gibi ( chimpanzee-like) tanımlamasını yapmışlardır. (Zipfel B. et al. 2011), (5) Bulunan ayak fosili o derece karma bir yapıdadır ki, Prof. Lee Berger, ‘’eğer bu topuk kemiğini ayak kemiklerinin çok yakınında bulmasaydık (anatomik pozisyonu bozulmamış, sanki bütün bir ayak gibi) bu topuk kemiğini ayrı bir türe değil, ayrı bir cinse aittir diye tanımlayacaktık. O derece karma’’demiştir.(3) Ayak bileği neredeyse tam insansı, fakat topuk (calcaneus) tam bir primat, kaval kemiği (tibia) tam bir insan,  incik kemiği (fibula) tamamen primatımsıdır. ‘’Eğer kemikleri bir arada bulmasaydık başka türlere aittir diyecektik’’ cümlesini, Bernhard Zipfel de söylemiştir. (6), (9) Yazarlar Au. Sediba’nın bipedal olduğu konusunda hemfikirler. Fakat topuk tam bir primat topuğu olduğu için ( yani dört ayaklı bir canlının topuğu), iki ayakla yürürken vücut ağırlığının direk topuğa bineceği ve bu topuk yapısının bu ağırlığı taşıyamayacağı gerekçesiyle bu ayak yapısında modern insandakine yakın bir aşil tendonu (tendo calcaneus) bulunması gerektiği sonucuna varmışlardır. (5), (Zipfel B. et al. 2011) )  Au. Sediba’nın topuk kemiği kendisinden 1,2 milyon yıl önce yaşamış olan Au. Afarensis’in topuk kemiğinden daha narindir. Bu Sediba’nın bataklık ya da daha yumuşak su zeminlerinde yaşamış olduğunu gösterebilir. Ayrıca Afarensis’in bulunduğu Afar bölgesi volkanik bir bölgedir. O bölgedeki göl ve su zeminleri Sediba’nın yaşadığı bölgeye göre volkanik olması nedeniyle daha serttir. Bu sertliktir ki Afarensis’in topuk kemiğindeki homo topuk kemiğine doğru gidişi hızlandırmıştır.

Halbuki Au. Sediba’nın sığ sularda elleriyle su ürünleri avlayarak ve toplayarak yaşamını sürdürdüğü düşünülseydi; suyun kaldırma gücünden dolayı iki ayaklı yürüme sırasında adım atılırken tek ayak topuğuna gelen yükün hafifletildiği, ağırlığın belki bir tendondan daha iyi absorbe edildiği düşünülebilirdi. (Kaynak O. 2011b) Ayrıca göl, nehir ve deniz gibi su tabanları genelde yumuşaktır ve tek ayağa gelen yükü gelişkin bir aşil tendonundan daha iyi absorbe edebilir. Yumuşak zeminler topuğa gelen yükü ayak tabanına yayar ve topuğa gelen ağırlığı hafifletir. Bunun sonucu olarak da topuk kemiğinin modern insanın topuk kemiğine benzeme sürecini geciktirir ve uzatır. Daha sonraki dönemlerde sucul ortam terk edilip ( bunun nedeni göllerin çekilmesi ve kuraklık diye düşünülmelidir) terresterial yaşam ağır basmaya başlayınca topuk kemiği zorunlu olarak insansı olmaya başlamış ve sonuç olarak da modern insanın topuk kemiği haline gelmiştir. Ayrıca insan ayağının son şeklini 200.000 yıl önce aldığı öne sürülmektedir. (Meldrum D. J. 2004)  Homo Habilis’in el morfolojisinin Au. Sediba’dan daha ilkel oluşu bu kuraklık ve göllerin çekilmesi sonucu midye toplayıcılığı ve balıkçılığın bu canlının yaşamında daha az yer aldığını düşündürmelidir.

 Stony Brook Üniversitesinin düzenlediği bir sempozyumda Prof Mark Maslin’in konuşmasının başlığı ‘’Human Evolition in the Garden of Eden? Giant Lakes, Orbital Forcing and the Evolution of Genus Homo’’ (İnsan Evrimi Cennette mi Olmuştur? Büyük Göller, Yörünge Etkisi ve İnsan Cinsinin Evrimi)’dir. Sunum boyunca Rift vadisinin devasa göllerle kaplı olduğunu, şu anda gene çok sayıda göl olduğunu, göl bulunmayan yerlerin de eskiden var olan devasa göllerin göl dibi çökeltileri olduğunu söylemektedir. (11) Prof. Mark Maslin Rift vadisinde göllerin dönem dönem yükseldiğini ve çok yaygınlaştığını, dönem dönem de kuraklıkla beraber çekilip azaldığını ama hiç yok olmadığını yazmaktadır. (Trauth et al. 2005)

Bu arada iki ayak üzerinde yürüyebilmeyi kolaylaştırması açısından suyun gövdeye verdiği desteği de unutmamak gerekir.
Copyright©2013 by Oktay Kaynak

No comments:

Post a Comment