12.000 yıl önceki insan,
beyin hacmi açısından günümüz insanı ortalamasındadır.
Aslında
insan türü 1,5-2 milyon yıldır aynı beyin hacmi kapasitesine sahiptir. Homo
sapiensi uzaya gönderen sadece 1000-1500 cc.lik beyni değil, yaklaşık 2 milyon
yıldır yeryüzünde bulunan insan türünün biriktirdiği bilgi birikimidir. O bilgi
birikimi olmasaydı, dünya Cromwell gibi 2000cc.lik beyin hacmine sahip
insanlarla dolu olsaydı, bunlar ne atomu parçalayabilirlerdi ne de aya
inebilirlerdi. Elbette bilgi birikimini de beyin kapasitesi sayesinde yapıyor.
Beyin kapasitesi atomu parçalamanın ve aya inmenin olmazsa olmazıdır ama
yetmez. Atomu parçalamak ve aya inmek için ya da yapay zeka üretmek üzere yola
çıkmak için insanlığın 2 milyon yıldır biriktirdiği bilgi birikimi, bu bilgi
birikiminden doğan, onun sonucu ve ürünü olan teknoloji, bu teknolojinin sonucu
ve ürünü olan son derece gelişkin, sofistike alet ve aygıtlar olmadan hiçbir
deha ne atomu parçalayabilir, ne aya inebilir ne de yapay zeka üretmek üzere
yola çıkabilirdi.
12.000
yıl önceki insanın zekası günümüz insanının ortalama zekasından asla düşük
değildir. Sadece o güne dek insan türü tarafından biriktirilmiş bilgi birikimi,
o birikimin sonucu olan teknoloji ve o teknolojinin sonucu olan alet ve
aygıtlardan yoksundur.
İngiliz
arkeolog David Chapman’ın yaptığı çalışmayla başlarsam, daha kolay
anlaşılabilir olacağımı düşünüyorum. İngiliz arkeolog eline yaklaşık 70×50 cm
boyutlarında 10-15 cm kalınlığında hazırlanmış bir kireçtaşı tabakası aldı,
daha sert bir taşla üstüne kabaca bir yaban domuzu resmi çizdi. Daha sonra
çizimde kullandığı sert taşla yaban domuzu alanı dışındaki yüzeyi küçük
darbelerle vurarak zayıflattı ve indirdi. 1-1,5 cm indirilince yaban domuzu
kabartma olarak ortaya çıktı. Arkeolog bu işi 6 saatte yaptığını söyledi.
İngiliz arkeolog bu işlemi 12.000 yıl önceki insanın bu işi nasıl yaptığını ya
da nasıl yapabileceğini göstermek amaçlı yaptı.
Yukarıda
anlatılanlardan yola çıkarak 12.000 yıl önceki insanın hatta 200.000 yıl önceki
insanın eline, insanlığın bugüne dek biriktirdiği bilgi birikimini, teknolojiyi
ve alet aygıtı verseniz günümüz insanının yaptığı her şeyi yapar. Yani günümüz
insanı (homo sapiens sapiens) bugün yaptıklarını üstün zekasıyla değil, 2-3
milyon yıldır biriktirilen bilgi birikimiyle yapmaktadır. Hatta Göbeklitepe’de
olduğu gibi yabani ve saldırgan bir yığın vahşi hayvanın içinde yaşamını ve
türünü sürdürebilmek günümüz insanının pek de kolay becerebileceği bir iş
değildir. Çünkü Göbeklitepe insanı bütün bu vahşi ortamda yaşamayı bir elinde
düşmanına fırlatabileceği bir taş, diğer elinde bir sopayla başarabilmiştir.
Son bulgularla bu vahşi hayvanlara tuzaklar da kurduğu bilinmektedir.
Göbeklitepe
civarında Göbeklitepe ile çağdaş ya da daha yakın döneme ait 12 ayrı tepede
Göbeklitepe benzeri yapılar bulunmaktadır. Bu tür yapıların çokluğunun ve
birbirine yakın (Harran ovası) olmasının bir nedeni olmalıdır. Eğer bunlar
tapınaksa (ki ben böyle olmadığını söylüyorum), bu alanlarda büyük bir insan
nüfusunun yaşamış olması gerekir. Arkeolojik bulgular bölgede böyle yoğun bir
nüfusu doğrulamıyor.
Yuvarlak
yapıların kapalı olması, çoğunluğunda kapı olmaması (çok azında bir insanın
zorlanarak geçebileceği bir giriş var) bu yapılara girişin engellenmek
istenildiğini göstermektedir. Büyük bir olasılıkla kendileri uygun bir ağaç
merdivenle yapıların içine girip, merdiveni çekerek içeri alıyorlardı.
Ölülerini
ortadaki iki yüksek sütunu birleştiren ağaç kütüklerinden oluşan setin üzerine
yatırıp sadece akbabalar tarafından (diğer yırtıcılar tarafından
hırpalanmadan) yenilmesini beklediler. O
setin üstünde yatan ölünün birilerinin çocuğu, annesi, babası olduğu
düşünülürse, bu yapıların yapılma ve böyle dizayn edilme ihtiyacı daha
anlaşılır olur. Tabii burada ne kadar beklenildiğini ve ölüm sıklığını
bilmiyoruz. Göbeklitepe’ye özgü konuşmak
gerekirse, üç kafatası hariç, alanda insan kemiğine rastlanmaması; etleri
akbabalarca yenip kemikleri kalınca, bu kemikleri günümüzde Tibet’li
Budistlerin yaptığı gibi, parçalayıp ufalayarak akbabalara yedirmiş
olabileceklerini düşündürmelidir.
Göbeklitepe’de
yapılan kazılarda çok miktarda akbaba kemiği bulunmuştur. Eğer ölü, insan ve
akbaba arasındaki ilişki Tibetlilerinki gibiyse (ki büyük olasılıkla öyledir),
ölüye konsantre olan akbabaları çok kolayca yakalayıp yedikleri düşünülmelidir.
Tibet’li
Budistler ölülerini Himalaya dağlarının olabilecek en görünür yerlerine
çıkarıyorlar. Ölüleri sardıkları bezleri bu alanda açıp, yüzükoyun yatırıp akbabalara
sunuyorlar. Daha sonra alanda biriken kemik yığınlarını toplayıp eziyorlar ve yeniden
akbabaların yemesi için alana bırakıyorlar. Akbabaların davranışları aynı
günümüz evcil kümes hayvanlarının davranışları gibi. Ölüyü getiren insanlara hiçbir
düşmanca davranışları yok, insana evcilleştirilmiş akbaba görüntüsü veriyorlar.
Aynı
ilişkinin yani insan-akbaba-ölüler ilişkisinin kuzey ‘’bereketli hilalde’’
yaşanmamış olabileceğini kim söyleyebilir? Zaten Göbeklitepe öncesi dönemde
orada yaşayan insanların ölülerini akbabalar yesin diye bıraktıkları biliniyor.
Göbeklitepe tipi yuvarlak yapılar, ölüleri vahşi yırtıcılara bırakmadan sadece
akbabaların yemesi için dizayn edilmiş yapılardır.
İran’ın
Yezd ve Hindistan’ın Mumbai kentlerinde ‘’sessizlik kuleleri’’ adı verilen
Göbeklitepe tipi yuvarlak yapılar bulunmaktadır.
Yuvarlak yapıların
tabanlarında su drenaj kanalları vardır
Yapının
duvara yakın bir yerinde tabanda biriken su gitsin, tabana etki edip zemini
yumuşatmasın diye biriken yağmur sularının tahliyesi amaçlanmıştır. Çünkü
yapıları bulabildikleri sürece ana kaya üzerine inşa etmişler. Ana kaya
bulamadıkları yerlerde ‘’terrazo’’ adı verilen bir tür harçla zeminin su
tutmasını engellemeye çalışmışlardır. Bundan amaç, zeminin sağlam olması
beklentisidir. Çünkü zemin su tutup yumuşarsa, ortadaki iki dikilitaşın
devrilme olasılığı son derece yüksektir. Belki de bu tür kazalar yaşadıkları
için bu çözümü ürettiler. Ortadaki büyük dikilitaşlar 16-20 ton ağırlığındadır
ve tabanda dar bir alana basmaktadır. Bastığı alanın su tutmaz ve sağlam olması
gerekir.
Göbeklitepe’yi yapanlar
nerede, nasıl barınıyorlardı?
Ian
Hodder: "Origins of Settled Life; Göbekli and Çatalhöyük’’ konuşmasında
Göbeklitepe ve Çatalhöyük’te yaşayan insanların yukarıdaki çizimde olduğu gibi
ağaç dalları ve çalılardan yapılmış, derme-çatma, çadırımsı barınaklarda,
konar-göçer tipi, kısa dönemli geçici yerleşimler yaptıklarını söylemektedir.
Göbeklitepe’yi yapanların Şanlıurfa’da yaşadıkları düşünülüyor. Göbeklitepe’yi
inşa edenlerin en azından bu inşaat süresince bu tür geçici, derme-çatma
barınaklarda yaşadıkları düşünülmelidir. Bu tür barınak kalıntıları Fransa ve
Tatvan’da bulunmuştur.
Göbeklitepe
yapıları yapılmadan önce bu yörede yaşayan insanlar, ölülerini büyük olasılıkla
yine bu tepenin zirvesine yani bu 20 yapının inşa edildiği aynı yere getirip
bırakıyorlardı. Ve bu tepe yamacının görünürlüğünden dolayı ölülerinin vahşi
hayvanlar tarafından paramparça edilişini izliyorlardı.Bu ölüler çocukları,anne
babaları,yakınları ve sevdikleriydi. Göbeklitepe’deki dikilitaşların üzerindeki
kabartmalardan anlaşılacağı gibi, bölgede pek çok türde yırtıcı bulunuyordu.
Yöre halkı ölülerinin yırtıcılar tarafından parçalandığını görmek zorunda
kalıyordu. Çünkü Göbeklitepe denilen tepe, deniz seviyesinden 785 metre
yükseklikte, dört bir yandan 200 km. mesafeden görülebilen bir yerdir. Yani
ovanın her yerinden görülüyor, oradan da ovanın her yeri görülebiliyor.
Bu
yapıların korunaklı ve girilmez olmasının amaçlandığı anlaşılmalıdır.
Duvarların yüksekliğinin 2 metre olmasının nedeni buraya kuşların dışında
ölüleri yiyebilecek yırtıcılar dahil diğer hiçbir canlının girememesinin
amaçlanmasıdır. Özellikle ölü, iki yüksek dikili taşın üzerinde ağaç
kütüklerinden oluşturulan sette bulunurken, gece kokuya gelecek yırtıcıların
ölüye ulaşamaması amaçlanmıştır. Belki de duvar dibinde oluşturulan sekilerin
üstünde ayakta durarak, ellerinde uzun bir sopa ile yuvarlak yapının her tarafını
kontrol altında tutuyorlardı. Duvar üzerinden her tarafı gözetliyorlardı. Belki
de yapıların yuvarlak dizayn edilmesinin de ana sebebi bu dört bir yandan
kontrol ihtiyacıydı.
Göbeklitepe’ye
insanoğlunun ilk tapınağı denmeye çalışılması arkeolojik, antropolojik,
sosyolojik gerçeklerin üzerinin örtülmesine ve gölgelenmesine neden oluyor.
Çünkü daha sonra ki zamanlarda insanoğlu kendisine mitoloji, felsefe, tabu ve
çeşitli dinler üretti. Günümüzde bile dünya üstünde 20 değişik din var.
Göbeklitepe’deki iki
önemli figür…
Bu
figürlerden biri kafası kesik bir erkek;
Kafası
kesilmiş olması ölümün, yine bu erkeğin cinsel organının ereksiyon durumunda
olması ise doğumun çok açık anlatımıdır.
Diğer
figür ise doğum yapan kadın;
Bu
figür hem doğumu hem de bebek ters yani ayaktan geldiği için ölümü temsil
ediyor olabilir. Çünkü ters gelen bebeğin öncelikle bebek ölümü hatta
anne-bebek ölümüne neden olduğu bilinmektedir.
Aslında
Göbeklitepe’deki dikilitaşlar üzerinde bulunan semboller ve figürlerin bize
doğum-ölüm döngüsünü anlatmaya çalıştığı çok açık gibidir.
Bizim
bizden önceki veya çok önceki insanların yaptıklarına şaşırıp kalmamamız
gerekir. 1,5-2 milyon yıldır aynı zeka düzeyinde insanlar vardı yeryüzünde.
Herhalde hiçbirimiz Aristoteles’ten daha akıllı değiliz. İnsanı aya zekası
değil, 2 milyon yıldır biriktirdiği bilgi birikimi götürmüştür.
Kaynakça;