Thursday, 26 December 2019

HBT Sayı 195, Göbeklitepe’nin yapılabilirliği üzerine… Ve birkaç ayrıntı



12.000 yıl önceki insan, beyin hacmi açısından günümüz insanı ortalamasındadır.
Aslında insan türü 1,5-2 milyon yıldır aynı beyin hacmi kapasitesine sahiptir. Homo sapiensi uzaya gönderen sadece 1000-1500 cc.lik beyni değil, yaklaşık 2 milyon yıldır yeryüzünde bulunan insan türünün biriktirdiği bilgi birikimidir. O bilgi birikimi olmasaydı, dünya Cromwell gibi 2000cc.lik beyin hacmine sahip insanlarla dolu olsaydı, bunlar ne atomu parçalayabilirlerdi ne de aya inebilirlerdi. Elbette bilgi birikimini de beyin kapasitesi sayesinde yapıyor. Beyin kapasitesi atomu parçalamanın ve aya inmenin olmazsa olmazıdır ama yetmez. Atomu parçalamak ve aya inmek için ya da yapay zeka üretmek üzere yola çıkmak için insanlığın 2 milyon yıldır biriktirdiği bilgi birikimi, bu bilgi birikiminden doğan, onun sonucu ve ürünü olan teknoloji, bu teknolojinin sonucu ve ürünü olan son derece gelişkin, sofistike alet ve aygıtlar olmadan hiçbir deha ne atomu parçalayabilir, ne aya inebilir ne de yapay zeka üretmek üzere yola çıkabilirdi.
12.000 yıl önceki insanın zekası günümüz insanının ortalama zekasından asla düşük değildir. Sadece o güne dek insan türü tarafından biriktirilmiş bilgi birikimi, o birikimin sonucu olan teknoloji ve o teknolojinin sonucu olan alet ve aygıtlardan yoksundur.
İngiliz arkeolog David Chapman’ın yaptığı çalışmayla başlarsam, daha kolay anlaşılabilir olacağımı düşünüyorum. İngiliz arkeolog eline yaklaşık 70×50 cm boyutlarında 10-15 cm kalınlığında hazırlanmış bir kireçtaşı tabakası aldı, daha sert bir taşla üstüne kabaca bir yaban domuzu resmi çizdi. Daha sonra çizimde kullandığı sert taşla yaban domuzu alanı dışındaki yüzeyi küçük darbelerle vurarak zayıflattı ve indirdi. 1-1,5 cm indirilince yaban domuzu kabartma olarak ortaya çıktı. Arkeolog bu işi 6 saatte yaptığını söyledi. İngiliz arkeolog bu işlemi 12.000 yıl önceki insanın bu işi nasıl yaptığını ya da nasıl yapabileceğini göstermek amaçlı yaptı. 

Yukarıda anlatılanlardan yola çıkarak 12.000 yıl önceki insanın hatta 200.000 yıl önceki insanın eline, insanlığın bugüne dek biriktirdiği bilgi birikimini, teknolojiyi ve alet aygıtı verseniz günümüz insanının yaptığı her şeyi yapar. Yani günümüz insanı (homo sapiens sapiens) bugün yaptıklarını üstün zekasıyla değil, 2-3 milyon yıldır biriktirilen bilgi birikimiyle yapmaktadır. Hatta Göbeklitepe’de olduğu gibi yabani ve saldırgan bir yığın vahşi hayvanın içinde yaşamını ve türünü sürdürebilmek günümüz insanının pek de kolay becerebileceği bir iş değildir. Çünkü Göbeklitepe insanı bütün bu vahşi ortamda yaşamayı bir elinde düşmanına fırlatabileceği bir taş, diğer elinde bir sopayla başarabilmiştir. Son bulgularla bu vahşi hayvanlara tuzaklar da kurduğu bilinmektedir.
Göbeklitepe civarında Göbeklitepe ile çağdaş ya da daha yakın döneme ait 12 ayrı tepede Göbeklitepe benzeri yapılar bulunmaktadır. Bu tür yapıların çokluğunun ve birbirine yakın (Harran ovası) olmasının bir nedeni olmalıdır. Eğer bunlar tapınaksa (ki ben böyle olmadığını söylüyorum), bu alanlarda büyük bir insan nüfusunun yaşamış olması gerekir. Arkeolojik bulgular bölgede böyle yoğun bir nüfusu doğrulamıyor.
Yuvarlak yapıların kapalı olması, çoğunluğunda kapı olmaması (çok azında bir insanın zorlanarak geçebileceği bir giriş var) bu yapılara girişin engellenmek istenildiğini göstermektedir. Büyük bir olasılıkla kendileri uygun bir ağaç merdivenle yapıların içine girip, merdiveni çekerek içeri alıyorlardı. 


Ölülerini ortadaki iki yüksek sütunu birleştiren ağaç kütüklerinden oluşan setin üzerine yatırıp sadece akbabalar tarafından (diğer yırtıcılar tarafından hırpalanmadan)  yenilmesini beklediler. O setin üstünde yatan ölünün birilerinin çocuğu, annesi, babası olduğu düşünülürse, bu yapıların yapılma ve böyle dizayn edilme ihtiyacı daha anlaşılır olur. Tabii burada ne kadar beklenildiğini ve ölüm sıklığını bilmiyoruz.  Göbeklitepe’ye özgü konuşmak gerekirse, üç kafatası hariç, alanda insan kemiğine rastlanmaması; etleri akbabalarca yenip kemikleri kalınca, bu kemikleri günümüzde Tibet’li Budistlerin yaptığı gibi, parçalayıp ufalayarak akbabalara yedirmiş olabileceklerini düşündürmelidir.
Göbeklitepe’de yapılan kazılarda çok miktarda akbaba kemiği bulunmuştur. Eğer ölü, insan ve akbaba arasındaki ilişki Tibetlilerinki gibiyse (ki büyük olasılıkla öyledir), ölüye konsantre olan akbabaları çok kolayca yakalayıp yedikleri düşünülmelidir.
Tibet’li Budistler ölülerini Himalaya dağlarının olabilecek en görünür yerlerine çıkarıyorlar. Ölüleri sardıkları bezleri bu alanda açıp, yüzükoyun yatırıp akbabalara sunuyorlar. Daha sonra alanda biriken kemik yığınlarını toplayıp eziyorlar ve yeniden akbabaların yemesi için alana bırakıyorlar. Akbabaların davranışları aynı günümüz evcil kümes hayvanlarının davranışları gibi. Ölüyü getiren insanlara hiçbir düşmanca davranışları yok, insana evcilleştirilmiş akbaba görüntüsü veriyorlar.

Aynı ilişkinin yani insan-akbaba-ölüler ilişkisinin kuzey ‘’bereketli hilalde’’ yaşanmamış olabileceğini kim söyleyebilir? Zaten Göbeklitepe öncesi dönemde orada yaşayan insanların ölülerini akbabalar yesin diye bıraktıkları biliniyor. Göbeklitepe tipi yuvarlak yapılar, ölüleri vahşi yırtıcılara bırakmadan sadece akbabaların yemesi için dizayn edilmiş yapılardır.
İran’ın Yezd ve Hindistan’ın Mumbai kentlerinde ‘’sessizlik kuleleri’’ adı verilen Göbeklitepe tipi yuvarlak yapılar bulunmaktadır.
Yuvarlak yapıların tabanlarında su drenaj kanalları vardır
Yapının duvara yakın bir yerinde tabanda biriken su gitsin, tabana etki edip zemini yumuşatmasın diye biriken yağmur sularının tahliyesi amaçlanmıştır. Çünkü yapıları bulabildikleri sürece ana kaya üzerine inşa etmişler. Ana kaya bulamadıkları yerlerde ‘’terrazo’’ adı verilen bir tür harçla zeminin su tutmasını engellemeye çalışmışlardır. Bundan amaç, zeminin sağlam olması beklentisidir. Çünkü zemin su tutup yumuşarsa, ortadaki iki dikilitaşın devrilme olasılığı son derece yüksektir. Belki de bu tür kazalar yaşadıkları için bu çözümü ürettiler. Ortadaki büyük dikilitaşlar 16-20 ton ağırlığındadır ve tabanda dar bir alana basmaktadır. Bastığı alanın su tutmaz ve sağlam olması gerekir.
Göbeklitepe’yi yapanlar nerede, nasıl barınıyorlardı?
Ian Hodder: "Origins of Settled Life; Göbekli and Çatalhöyük’’ konuşmasında Göbeklitepe ve Çatalhöyük’te yaşayan insanların yukarıdaki çizimde olduğu gibi ağaç dalları ve çalılardan yapılmış, derme-çatma, çadırımsı barınaklarda, konar-göçer tipi, kısa dönemli geçici yerleşimler yaptıklarını söylemektedir. Göbeklitepe’yi yapanların Şanlıurfa’da yaşadıkları düşünülüyor. Göbeklitepe’yi inşa edenlerin en azından bu inşaat süresince bu tür geçici, derme-çatma barınaklarda yaşadıkları düşünülmelidir. Bu tür barınak kalıntıları Fransa ve Tatvan’da bulunmuştur. 

Göbeklitepe yapıları yapılmadan önce bu yörede yaşayan insanlar, ölülerini büyük olasılıkla yine bu tepenin zirvesine yani bu 20 yapının inşa edildiği aynı yere getirip bırakıyorlardı. Ve bu tepe yamacının görünürlüğünden dolayı ölülerinin vahşi hayvanlar tarafından paramparça edilişini izliyorlardı.Bu ölüler çocukları,anne babaları,yakınları ve sevdikleriydi. Göbeklitepe’deki dikilitaşların üzerindeki kabartmalardan anlaşılacağı gibi, bölgede pek çok türde yırtıcı bulunuyordu. Yöre halkı ölülerinin yırtıcılar tarafından parçalandığını görmek zorunda kalıyordu. Çünkü Göbeklitepe denilen tepe, deniz seviyesinden 785 metre yükseklikte, dört bir yandan 200 km. mesafeden görülebilen bir yerdir. Yani ovanın her yerinden görülüyor, oradan da ovanın her yeri görülebiliyor. 



Bu yapıların korunaklı ve girilmez olmasının amaçlandığı anlaşılmalıdır. Duvarların yüksekliğinin 2 metre olmasının nedeni buraya kuşların dışında ölüleri yiyebilecek yırtıcılar dahil diğer hiçbir canlının girememesinin amaçlanmasıdır. Özellikle ölü, iki yüksek dikili taşın üzerinde ağaç kütüklerinden oluşturulan sette bulunurken, gece kokuya gelecek yırtıcıların ölüye ulaşamaması amaçlanmıştır. Belki de duvar dibinde oluşturulan sekilerin üstünde ayakta durarak, ellerinde uzun bir sopa ile yuvarlak yapının her tarafını kontrol altında tutuyorlardı. Duvar üzerinden her tarafı gözetliyorlardı. Belki de yapıların yuvarlak dizayn edilmesinin de ana sebebi bu dört bir yandan kontrol ihtiyacıydı.
Göbeklitepe’ye insanoğlunun ilk tapınağı denmeye çalışılması arkeolojik, antropolojik, sosyolojik gerçeklerin üzerinin örtülmesine ve gölgelenmesine neden oluyor. Çünkü daha sonra ki zamanlarda insanoğlu kendisine mitoloji, felsefe, tabu ve çeşitli dinler üretti. Günümüzde bile dünya üstünde 20 değişik din var.
Göbeklitepe’deki iki önemli figür…
Bu figürlerden biri kafası kesik bir erkek;
Kafası kesilmiş olması ölümün, yine bu erkeğin cinsel organının ereksiyon durumunda olması ise doğumun çok açık anlatımıdır.
Diğer figür ise doğum yapan kadın;
Bu figür hem doğumu hem de bebek ters yani ayaktan geldiği için ölümü temsil ediyor olabilir. Çünkü ters gelen bebeğin öncelikle bebek ölümü hatta anne-bebek ölümüne neden olduğu bilinmektedir.
Aslında Göbeklitepe’deki dikilitaşlar üzerinde bulunan semboller ve figürlerin bize doğum-ölüm döngüsünü anlatmaya çalıştığı çok açık gibidir.
Bizim bizden önceki veya çok önceki insanların yaptıklarına şaşırıp kalmamamız gerekir. 1,5-2 milyon yıldır aynı zeka düzeyinde insanlar vardı yeryüzünde. Herhalde hiçbirimiz Aristoteles’ten daha akıllı değiliz. İnsanı aya zekası değil, 2 milyon yıldır biriktirdiği bilgi birikimi götürmüştür.
Kaynakça;

Thursday, 19 December 2019

HBT DERGİ 195.Sayı, 20.12.2019