Wednesday, 4 November 2015

HOMO(?) NALEDİNİN AKIL TAKLASI BAKIŞ AÇISIYLA ANALİZİ




Naledi’nin bulunuş hikayesi, bulunduğu yer, bulan ekip, ardından yayınlanan makale genel olarak bilinmektedir.(1)  Bu yazı da naledi fosilinin insan evrim sürecinin neresinde olduğu neden sonuç ilişkileri içinde değerlendirilecektir.
GENEL OLARAK TÜRLEŞME:
Yaşam koşullarında olağanüstü değişmeler (sudan karaya çıkmaya zorlanma, uçmaya zorlanma, suya geri dönmeye zorlanma, vb.) dışında türleşme; değişen yaşam koşullarının canlıda oluşmaya zorladığı çok küçük değişikliklerin, çok uzun zaman dilimlerinde (milyon yıllar, milyar yıllar) birikmesiyle oluşan ve ayrışmaya başladığı türle gen alışverişi olmayan yani onunla çiftleşip doğurgan döller veremeyen yeni bir tür oluşmasıdır.
İnsanın türleşmesine gelince;
İnsan türleşmesi bu iki koşuldan da ayrı bir kategoride ele alınmalıdır. Aslında insanın türleşmesi sonuçlarından anlaşılacağı gibi çok kendine özgüdür, spesifiktir, biriciktir (unique).
Konvansiyonel antropoloji insan evrimini biricik değil de, genel evrim süreçleriyle açıklamaya çalıştığı için, günümüze kadar insan evrim süreç ve mekanizmalarını açıklamakta başarısız olmuştur.

Genel türleşme açıklaması şöyledir:
Bir organ, bir özellik ya da bir davranış değişen yaşam koşullarıyla tam bir uyum sağlayacak, yani o değişen yaşam koşullarında canlının yaşamını ve türünü sürdürmesinde (survival) avantaj olacak ve doğal seçilim mekanizması da bu avantajı seçerek canlının türleşmek üzere değişimini sağlayacak.
İnsanın türleşme süreci bu genel türleşme mekanizmalarının dışında gelişmiştir. Yani insan türleşmesi bir istisnadır.  Dünyadaki koşullar defalarca yeniden oluşsa, insan dışında bütün canlıların oluşma olasılığı son derece yüksek olmasına karşın, insanın oluşma olasılığı son derece azdır.
Bunun nedenine gelince;
İnsanın oluşma yolculuğunun başladığı ilk tavır değişikliği (sıçrama) iki ayaklı olmaya zorlanmaktır yani iki ayaklılık sıçramasıdır.(3),(5) Konvansiyonel antropolojinin iki ayaklılığın dört ayaklılığa göre enerji maliyetinin daha az olduğu iddiası vardır. Bunu modern insan yürüyüşü ile modern şempanze yürüyüşünü baz alarak kıyaslamaktadırlar. Elbette bu çok büyük bir hatadır. Çünkü modern insan 8-10 milyon yıllık bir kinematik, mekanik ve morfolojik değişimlerin ürünüdür. Yapılan başka bir deneyde doğru karşılaştırma yapılarak bir şempanzeyi dört ayaklı yürütüp enerji maliyeti hesaplanıyor. Ardından aynı şempanze iki ayaklı yürümeye zorlanıyor, enerji maliyeti hesaplanıyor ve çok net görülüyor ki; şempanzenin iki ayaklı yürüyüşü daha fazla enerjiye mal olmaktadır.(8) Yani iki ayaklılığın bir seçilim avantajı yoktur. Olsaydı, ilk canlının oluşumundan bu yana yaklaşık 3,8 milyar yıl geçmiştir, biz şimdi yeryüzünde dört ayaklı hiçbir canlı göremezdik.
O halde neden iki ayaklı olmaya zorlandı?
Doğu Afrika rift vadisi oluşmaya başladığında buradaki tropikal ormanlarda yaşayan ağaç canlısı primat, rift oluşumu sırasında oluşan büyük jeolojik değişimler yani rift boyunca büyük volkanlar, yerkabuğu yarılması sonucu oluşan devasa göller ve özellikle volkanik küllerin ağaçları kavurması sonucu ağaçta yaşamını sürdüremez hale gelip, yere inmek zorunda kaldı. Yerlerin volkan külleriyle kaplı olması ve karasal alanda yiyecek bulamamasından dolayı, bu olağanüstü jeolojik değişiklerden en az etkilenen bataklık ve sığ sularda, iki ayaküstünde yürüyerek yiyecek aramaya başladı. Bu canlı akciğerli olduğundan kafasını su dışında tutarak iki ayak üzerinde yürümek zorunda kaldı. Ve yaklaşık 5-6 milyon yıl süren gövde suda, kafa dışarıda yiyecek arama pozisyonu gövdedeki kılların dökülmesine ve kafadaki kılların kalmasına neden olmuştur.(3) Aynı durum vücut ısısını ayarlayabilmek için suda yaşayan memeliler olan balina ve yunuslarda olduğu gibi deri altımızda sarı bir yağ dokusu oluşturmuştur. Bu yağ dokusu modern insanda hala varlığını sürdürmektedir. (2) Sığ sularda ve bataklıklarda iki ayak üzerinde yürüyerek her türlü su bitkisi, su ürünleri, esas olarak da midye ve balık yiyerek sağ kalmayı başardı. Suda değişen şartlarda yaşamını ve neslini sürdürebilmek demek yeni bir tür oluşumuna doğru yürüyüşü başlatmak demektir. O yürüyüş ki, bugün modern insanla sonuçlanmıştır.

Bu şekilde ayağa kalkmak zorunda kalan bu primat en az 5-6 milyon yılını gündüzleri sığ sularda ve bataklıklarda yiyecek toplayarak ve avlayarak geçirdi. Gecelerini de avcılarından korunmak için üstünde yiyecek bir şey kalmamış olan kavrulmuş ağaç gövdelerinde geçirdi.(5)
Bu yaşam biçimi 8-10 milyon yıl önce tam bir ağaççı primattan başlayıp, o günden bu güne doğru yeni yaşam biçiminin zorladığı morfolojik, kinematik ve mekanik değişime uğrayarak gelmiştir.
Homo (?) Naledi Bu Yolculuğun ve Değişimin Neresindedir?
Modern insana doğru yürüyüş ayağa kalkmakla başlamıştır. Ayağa kalkmakla ve iki ayak üzerinde yürümekle de en çok etkilenen vücut parçası ayaklar oluyor, yani modern insana yürüyüşün ilk değiştirmeye başladığı beden parçası ayaklardır. Ve insana doğru değişim ayaktan başlayıp yukarı doğru, en son kafatasına kadar gitmektedir. Ellerin bir istisnai durumu var, çünkü ayağa kalkmaya neden olan ekolojik değişimler elleri de kullanmaya ve değişime zorluyor. Yani su ürünleri toplamak, avlamak ve kabukluların kabuğunun açılması için kullanılıyor. Dolayısıyla elde de modern insana doğru ayakla eş zamanlı olarak değişim başlıyor.
Dört ayaklı bir canlıyı iki ayak üzerinde yürümeye zorladığınızda ve o canlı iki ayak üzerine kalktığında, anında üzerine kalktığı ayaklarının taşıdığı yük iki katına çıkar. Bir de böyle yürümek zorunda kalırsa, ayak kemiklerinin taşıdığı yük ve kemikler arası yük dağılımı hemen değişir. Bu canlı 4-5 milyon yıl böyle yürürse ve bu duruma uyum sağlarsa, bacak ve ayak kemiklerinde değişim kaçınılmazdır.
Naledinin ayak kemiklerinin insan benzeri olmasının nedeni bu adaptasyondur. İki ayaklılığa zorlanan bir canlının, ilk etkilenen vücut parçası ayaklar ve bacaklardır. 
Eller Neden İnsan Benzeri?
Bataklık ve sığ sularda yaklaşık 4-5 milyon yıldır elleriyle su bitkileri toplayan ve su ürünleri avlayan bir canlının, ayağa kalkma durumundan ayak ve bacaklardan sonra ikinci derecede etkilenen vücut parçası elleridir. Elleriyle bitkileri toplar, kabukluların tümünü avlar ve kabuklarını açar, balığı yakalar (balığı kavramak zorundadır) . Doğal olarak eller bu duruma uyum sağlamıştır. Eldeki metacarpal kemiğinin modern insana çok benzediği söylenmektedir.(1) Mardin’li midyecilerin metacarpal kemiklerinin normal insanlara göre daha kalın olduğunu ilgili bilim insanları bilirler. Bunun nedeni midye kabuğunu açarken başparmağın kullanılma biçimidir.
Su ürünlerinin omega3 ve omega6 açısından zengin olduğu ve beyin dokularının gelişmesinde önemli etkisi olduğu bilinir. Elbette akıllı canlı olmasının nedeni sadece omega3 ve omega6 değildir. Öyle olsaydı, deniz ürünleriyle beslenen tüm deniz canlıları dahi olurdu. Bazı çevreler et yedi, pişirdi yedi ve o nedenle akıllı canlı oldu savını ileri sürmektedirler. Akıllı olmakta ana faktör et olsaydı, aslanlar dahi olurdu.
Naledinin kollarının uzun olması, omuz morfolojisinin tırmanmaya uygun olması ve parmak kemiklerinin içe bükük olması hala yaşamında ağacı kullandığını göstermektedir.
40 yıldır savunduğum gibi naledi semiarborial-semiaquatic'tir.
Naledi bize göstermiştir ki, vücut parçaları (beyin hariç) yaşamında kullanım şekline ve süresine bağlı olarak değişmektedirler. Değişimin yönü de modern insandır.
Naledinin göğüs kafesi primatımsıdır. Yani primatınki gibi koniktir. İnsanın ki silindiriktir. Nedeni de iki ayaklılık sonucu gövde dikleşmeye başlayınca iki ayaklılığın zorunlu fiziksel sonucu olarak beden ağırlık aksını ayak taban alanları içinde tutmak zorunluluğundan dolayı pelvis daralmış, leğen şeklini almış ve göğüs kafesi daralıp silindirikleşmiştir. Bu daralma sonucu karın boşluğu şempanzeye göre 1/3 oranında küçülmüş, embriyonun hareket alanı sınırlanmış, akıllı canlı olmanın ana koşulu olan akıl taklasına neden olmuştur.(3),(4)
Naledinin diş yapısı:
Premolar diş kökleri hariç genel olarak insan benzeridir. Ve dişlerin insan benzeri olmasının nedeni, yumuşak su ürünleriyle uzun süre beslenmeleridir.(salyangoz, midye, balık ve diğer su kabukluları ve su bitkileri).
Naledi yorumlanırken Dmanisi fosilleri göz ardı edilmektedir, hiç yokmuş gibi davranılmaktadır.(6) Naledinin doğru analiz edilip anlaşılması için Dmanisi fosillerinin doğru anlaşılması gerekmektedir. Çünkü Dmanisi’de beş tane aynı dönemde yaşadıkları kesin olarak saptanmış (1,8 myö) birbirinden oldukça farklı kafatasları (cranial) ve iskeletler (postcranial) bulunmuştur. Bu fosiller arasındaki farklılık kazı ekibini derinden düşündürmüş, neden bu kadar fark vardır diye araştırmaya zorlamıştır. Araştırma ekibi dünyanın çeşitli yörelerinden modern insan iskeletleri alarak karşılaştırma yapmışlar ve modern insanlar arasındaki kafatası ve iskelet farklılıklarının Dmanisi fosillerininkinden daha fazla olduğunu görmüşler. Bununla da yetinmeyip günümüz şempanze kafatası ve iskeletlerini karşılaştırmışlar. Onların da arasındaki farkların Dmanisi fosillerinden daha fazla olduğunu görmüşler. Bununla da yetinmeyip günümüz bonoboları arasında da aynı karşılaştırmayı yapmışlar. Onlarda da aynı sonucu almışlar. Buradan çıkan sonuç; insan evriminin tek soy (one lineage) olarak geliştiğidir. Dmanisi fosilleri ve araştırma ekibinin Science dergisinde yayınlanan makaleleri bunu böyle ifade etmektedir.(7)
Konvansiyonel antropoloji bulduğu her fosildeki diğer fosillerden olan küçük farklılıkları baz alarak, her fosili ayrı cins ya da tür olarak tanımlama eğilimindedir. O nedenle karmaşık bir soy ağacı vardır. Hiç kimse de sormamaktadır: ‘’Neden bu kadar çok cins ve tür var?  Neden bu cins ve türler yok oldu? Şimdi neden tek bir insan türü var?’’
Örneğin; bir australopithecineden gen örneği alınabilse, neandartellerde olduğu gibi ortak gen dizilimimizin olmayacağını kim iddia edebilir? Belki de ilerde bu yapılabilecek ve hep birlikte sonucunu göreceğiz.
İnsan evrim sürecini:
1-    İki ayaklılık öncesi: primat dönemi (8-10 myö)
2-    İki ayaklılık sonrası: australopithecine dönemi (8-2 myö)
3-    Homo dönemi (2 myö- günümüz) olarak ele alabiliriz.
Australopithecine, ağaççı primatın değişen olağanüstü yaşam koşullarından dolayı değişerek ve dönüşerek oluşturduğu bir canlı, homo da australopithecinenin değişerek ve dönüşerek oluşturduğu bir canlıdır. Yani baştan beri tek cins vardı ve bu cins değişe- dönüşe modern insanı oluşturdu.
İşte neden günümüzde tek insan türü var sorusunun yanıtı! Baştan beri tek tür vardı. Değişe dönüşe geldi. Şimdi de tek tür var.
Naledinin Bilim Dünyasındaki Yankıları
Lee Berger ve ekibinin Nature dergisine gönderdiği birden fazla makalenin hakemler tarafından reddedilmesi, Amerikalı antropolog Tim White başta olmak üzere antropoloji dünyasından ciddi eleştiriler almıştır. Hatta Tim White The Times dergisine verdiği röportajda makalenin yayınlandığı eLife dergisinin hakemlerinin tarihlendirme yapılmadan yayınlama isteğine itiraz ettiklerini söylemektedir. Tarihlendirmeme nedeni olarak fosillerin zarar görebileceği gibi bir gerekçe de bilim dünyası tarafından pek ciddiye alınmamaktadır. Çünkü ellerinde 1500 parça vardır. Ayrıca bir kuş ve fare kemiği vardır. Onlar kullanılarak yaş tayini yapılabilirdi.
Cris Stringer  naledi kafatasını Dmanisi5 fosiline  çok yakın bulduğunu ve benzettiğini söylemektedir.
On beş bireyin mağara nasıl girdiğine ilişkin Richard Leakey ‘’Jeolojik yapılar da sürekli değişime uğrarlar. O mağaranın o dönemde başka girişleri olması olasıdır, Berger henüz onları bulamadı’’ diye yorum yapmıştır.


Kaynakçalar:

1-    Berger L. et al. 2015 eLife,;4:e09560
2-    Hardy A.17. 03. 1960 New Scientist
3-    Kaynak O. 2013 ''Processes and Mechanisms of Human's Evolution Towards the Intelligent Living Being''  Gordon Research Conferences
4-     Kaynak O. 2013  ''Doğal Seçilim İki Ayaklılığı ve Büyük Beyni Seçiyor mu?''  V. Ulusal Biyolojik Antropoloji Sempozyumu Bildiri Özetleri Kitapçığı s:17
5-   Kaynak O.''İnsan Evriminde Üç Sıçrama''  Cumhuriyet Bilim Teknoloji Dergisi s:1391/13, 2013
 
6-    Kaynak O. ''Akıl Taklası Bakış Açısıyla Dmanisi Fosillerinin Analizi'' Cumhuriyet Bilim Teknoloji Dergisi s:1408/18, 14.03.2014
7-    Lordkipanidze D., et al. 2013  Science,
8-    Nakatsukasa M, Hirasaki E, Ogihara N .2006 Sep Am J Phys Anthropol. 131(1):33-7.








Friday, 23 October 2015

CUMHURİYET GAZETESİ BİLİM TEKNOLOJİ DERGİSİ, 23 Ekim 2015
















RİCHARD LEAKEY, Royal Society


In conversation with Richard Leakey

Tuesday, 20 October 2015

The Royal Society, London Scientific meetings


Major transitions in human evolution

Starts:

October
222015







Overview

Scientific discussion meeting organised in partnership with the British Academy by Professor Robert Foley FBA, Professor Chris Stringer FRS, Dr Marta Mirazón Lahr and Professor Lawrence Martin
Fossil hominin skull KNM-ER 1813
Fossil hominin skull KNM-ER 1813. Copyright: Bob Campbell

Event details

The rich human palaeoanthropological record shows an unexpectedly complex pattern in the tempo and mode of human evolution. Evidence for many of the key phases is found in East Africa, and has been shaped by critical discoveries by teams led by Richard Leakey, or work inspired by his finds. The meeting focuses on key evolutionary transitions to understand the interaction of biology, behaviour, culture and environment.
Recorded audio of the presentations will be available on this page after the event and the papers will be published in a future issue of Philosophical Transactions B.
Download the meeting programme (PDF).
Posters will be presented during a drinks reception and networking session immediately following the close of the meeting on Thursday 22 October.

Attending this event

This event is intended for researchers in relevant fields and is free to attend. There are a limited number of places and registration is essential.
There will be a charge of £10 to attend the poster session and drinks reception. An optional lunch is also offered and both should be booked during registration (all major credit cards accepted).

Schedule of talks

22 October

09:00-12:30

Session 1: The origins of Homo – morphology, adaptation and technology
5talksShow detail

12:30-13:30Lunch

13:30-17:00

Session 2: The evolution of the early human phenotype
5talksShow detail

23 October

09:00-12:30

Session 3: The evolution of modern humans
5talksShow detail

12:30-13:30Lunch

13:30-17:00

Session 4: Tempo and mode in the evolution of humans
4talksShow detail

Friday, 21 August 2015

CANLILIK BİR TÜR SİSTEMLİ VE ÖRTÜLÜ YANMA MIDIR?

Antik Yunan düşünürleri maddenin dört unsurunu hava, su, toprak ve ateş olarak önermişlerdir. Hava, su ve toprak elementlerden oluşmaktadır, ateş ise bir süreçtir. Ateşin bu üç unsurun yanında ne işi var diye sorulmalıdır. Ateşin bu üç unsurun yanına yerleştirilmesinin nedeni, antik Yunan filozoflarının sezgileri ve hatta sezgisel bilgileridir(intuitive knowledge). Bilim felsefesi günümüzde de sezgisel bilgi diye bir kavramı, bilmenin kategorileri arasında kabul etmektedir. Bizler antik Yunan filozof, bilim insanı ya da düşünürlerinin sezgisel bilgilerini önemsemek durumundayız.
17. yüzyıla gelindiğinde bilim insanları Johann-Joackin Becher (1635-1682)ve Georg-Ernst Stahl (1660-1734) yanmaya yanıcı ruhun (filojiston) sebep olduğunu iddia etmişler, hatta altmış yıl kadar bilim dünyasında bu görüşleriyle kabul görmüşlerdir. Bu görüşe göre yanıcı cisimler, yanıcı olmayan bir kısım ile filojiston'dan oluşmuştur. Bu görüşe göre metal oksitler birer element, metaller ise metal oksit (kül) ve filojiston'dan oluşan birer bileşiktir. Bu teoriye göre yanmakta olan bir kibrit kapalı bir kaba bırakılırsa bir süre sonra sönecektir. Çünkü kabın içindeki hava filojiston yönünden doymuş hale gelecektir. Canlı organizmaların yaptığı da zaten, bünyeyi filojiston yönünden arındırmaktır. Yine bu görüşe göre, bir fanusun altındaki fare, etrafındaki hava filojiston yönünden doygun hale gelince ölür.
Daha sonra Antoine-Laurent de Lavoisier (1743- 1794) yanmanın kimyasal bir tepkime olduğunu keşfedince bu teori geçerliliğini yitirmiştir.
Yanmanın kimyasal formülü: 6C10H15O7 + Isı → C50H10O + 10CH2O
(odun+1500 → odun kömürü + formaldehit gazı)
CH2O + O2 → H2O + CO2 + CO + C + N2
(formaldehit gazı +2600+ oksijen → su+ karbondioksit+ karbonmonoksit+ karbon+ nitrojen)
CANLILIK VE YANMA BENZERLİKLERİ
• Canlıların girdisi organik maddelerdir. Bunlar canlılar tarafından sentezlenen karbon, hidrojen, oksijen, nitrojen ve fosfor bileşenleridir. Ateşin ana girdisi de organik maddelerdir. İkisinin de çıktıları yine organik atıklardır.
• Canlıların canlılığını sürdürme ısı aralığı vardır. Ateşin de varlığını sürdürmek için bir ısı aralığı vardır; soğutursanız söner, yüksek ısıya tabi tutarsanız yanan madde taşlaşır (Pompei gibi).(Petrone, P. P. Human corpses as time capsules: newperspectives in thestudy of pastmassdisasters. (2011). Journal of AnthropologicalSciences89:1-4.) Edinburgh üniversitesi tarafından yapılan deneyde bir yün kumaşa sarılı domuz eti ani yüksek ısıya (2000) 15 saniye süresince tabi tutulmuş; sonuçta yün kumaşın ve domuz etinin alev alıp yanmadığı ve Pompei’deki taşlaşan canlıların durumuna benzer bir hal aldığı gözlemlenmiştir. Bu deney 2013 yılında BBC tarafından ‘’Pompeii: TheMystery of the People Frozen in Time’’ adıyla belgesel film olarak yayınlanmıştır.
• Döllenmiş bir yumurta belirli zaman, belirli ısıda tutulmadığı sürece cansızdır. Belirli bir ısı aralığı şarttır. Yumurta gerekli ısı aralığının üstünde de, altında da canlanmaz. Örneğin; güney Afrika penguenleri yumurtalarının üstünde yumurtalarını ısıtmak için değil, yumurtalarını yakıcı Afrika güneşinin ısısından korumak için yatarlar. Bazı ana penguenler sıcağa dayanamadıkları için yumurtaları bırakıp giderler ve o yumurtalardan yavru çıkmaz.
• Neden belirli bir ısı aralığı olmadan ağaç yanmaz, yumurta canlanmaz?
• Soğutursanız canlı ölür(hipotermi), çok ısıtırsanız canlı yine ölür(hipertermi). Ateş de soğutursanız söner, ortamdaki oksijenin niteliğini bozacak düzeyde ısıtırsanız ateş gene söner ve yanıcı madde niteliğini kaybeder(Pompei gibi).
• Oksijensiz bırakılan canlı ölür.
Oksijensiz bırakılan ateş söner.
• Yanıcı her madde yanma ısısına geldiğinde ortam uygunsa, yakıcıya gerek duymadan kendiliğinden yanar.
• Şartlar oluşunca organik maddeler kendiliklerinden organize olurlar. Yani canlanırlar. Büyük Sahra’da bulunan Jericho Rose (Seloginella Lepidophylla) bitkisi ölü bir çalı olarak çöl rüzgarları tarafından 100 yıl boyunca çölde sürüklenir durur (çalı ölüdür ama tohum içinde korunmaktadır). Ne zaman nemli bir ortama ve uygun ısı aralığına rastlar; o kapanmış kuru dallar açılır, tohumlar çevreye saçılır ve yeşerme başlar. Bu bitkiye Afrikalılar ‘’Yeniden dirilen bitki’’ adını vermişlerdir.
• 2014 Nobel ödülünü alan Amerikalı fizikçi Eric Betzig ve ekibinin çektiği 3 boyutlu hücre fotoğraflarına bakıldığında gördüğünüz bir hücre midir, yoksa bir yanma mıdır? Ayırt etmekte zorluk çekebilirsiniz. (http://www.cumhuriyet.com.tr/…/Canli_bir_hucre_ilk_kez_boyl…)
• Amonyum dikromat (NH4)2Cr2O7 ve civa(II )tiyosiyanat Hg(SCN)2 karışımı yandığında canlanmayı çağrıştıracak bir hareketlenme ve şekil alma gözlenir. (http://www.youtube.com/watch?v=57Uba_J6YOg)
• Odun ya da kömür yanmanın belirli bir aşamasında hücre bölünmesine benzer düzenli diyebileceğimiz bölünmeler yaşar.
• Her canlı ölür, her ateş söner.
Makro planda canlı ve ateş arasındaki bu benzerlikleri gözlemleyebiliyoruz. Peki, acaba mikro planda neler olmaktadır?
Mikro ölçekte bütün canlılar aerobik ya da anaerobik canlılar, enzimler aracılığıyla şekeri parçalayarak ATP (adenosintrifosfat, C10H16N5O13P3) üretirler. ATP şarj edilebilir kimyasal bir enerji taşıyıcıdır.
Katabolizma süreçleriyle enerjinin açığa çıkması üç aşamada gerçekleşir:
• Birinci aşamada polisakkaritler, yağlar ve proteinler parçalanır. Bu işlemde bir miktar ısı ortaya çıkacaktır.
• İkinci aşamada bu ısının da katkısıyla ATP molekülleri sentezlenir.
• Üçüncü aşama ise Krebs döngüsü adı verilen tepkimeler zinciriyle besin maddelerinin su ve karbondioksite kadar yıkımları sağlanır. (yanan madde de karbondioksit, su, vb. açığa çıkarır)
Burada görüldüğü gibi yine ısı faktörü olmadan ATP elde edilemez, dolayısıyla canlılıkta sürdürülemez.
Bütün bu yukarıdaki gözlemlerden hareketle bir genelleme yapılabilmesi ya da bir kuram oluşturulabilmesi için teknik araştırma ve laboratuar deneyleri gerekmektedir.
Bilim bir sezgi, bir soru ya da doğada iki olgu arasında o güne dek anlaşılamayan bir ilişkiyi tespitle başlayan, gözlem ve akıl yürütmeyle devam eden, bir deneyle doğrulanan ya da yanlışlanan bir bilme sürecidir.

21.08.2015 CBT'de yayınlanan makalem

Tuesday, 24 February 2015

CELL SYMPOSIA


Dear Mr. Kaynak,

Please join us at the upcoming Cell Symposium on Human Genomics where leading researchers will come together to investigate a variety of aspects related to human disease through genomic approaches, share their findings, and offer insights on future avenues for research and treatment. We will also highlight some of the technological breakthroughs that are pushing this field forward. 

This symposium will foster discussion not only of the findings that have already come from genomics but also of the discoveries that are now within our reach.

Session topics include:
  • Cancer genomics
  • Psychiatric and neurodegenerative diseases
  • Pharmacogenomics
  • RNA and disease
  • Embryonic development and transgenerational inheritance
Yours sincerely,

Huck Hui Ng, Executive Director, Genome Institute of Singapore, A*Star
Sabbi LallEditor, Cell Reports
Rhiannon MacraeEditor, Trends in Genetics
Steve MaoScientific Editor, Cell